İnsan çok yalnızken
Bir tane daha kendinden
doğuruyordu içinde, ‘’korkma’’
desin diye…..
Yalnızlık…. Tanımlaması kolay, fakat duygusal yükü oldukça fazla olan bir yaşantı.. Sessizlik ve bir çeşit karanlıkta kalma hali..
Freud’un metinlerinde de karşımıza çıktığı üzere yoğun yalnızlık duygularının temelinde yatan aslında çocukluk endişeleridir. Çocuklardaki kaygı, temelde sevdikleri kişinin yokluğu duygusudur. Örneğin yabancılara korkuyla yaklaşır, karanlıktan korkarlar. Çünkü karanlıkta sevilen kişi görülmez ve bu durum karşısında kaygılanan çocuk ancak söz konusu yetişkin ile fiziksel temasa geçtiğinde (veya onun sesini duyduğunda) endişesi ortadan kalkar.
Freud kişinin yalnızlığa dair korkularını ‘’regresyon’’ (gerileme) olarak değerlendirir. Bilinçdışına atmamıza yol açan şey ise kaygıdır. İç dünyamızda yatan bir tehdit durumu, dışarıdan gelebilecek bir tehlikeyi bize düşündürdüğü için bu durum kaygıya yol açar. Kaygı aslında dışarıdan bize yaklaşmakta olan tehlikenin habercisidir.
Peki kaygının temelinde yatan ilk yaşantılar nelerdir ?
Yeni doğmuş bir bebeğin kendi ihtiyaçlarını karşılamadaki yetersizliği, bunun yol açtığı çaresizlik ve beraberinde getirdiği öfke durumu… Bunu giderebilecek kişi elbette ona bakım veren ‘’anne’’dir. Dolayısıyla annenin/bakım verenin, yani bu endişeyi ortadan kaldıracak kişinin kaybı tehlikesi bebeğin zihninde bir anda merkezi bir konuma taşınır.
Erişkin yaşamına adım attığımızda da kendimizi küçük, çaresiz bir çocuk gibi hissettiğimiz her an, o anne şefkatinin eksikliğini hisseder, yanımızda aslında o mutlak ve koşulsuz sevginin bir prototipini ararız.
Yalnızlık elbette herkes için farklı anlamlar ifade etmektedir. Kimisi için ızdıraplı, koca bir boşluk duygusunun karşılığı iken, bazıları için de yaratıcılığa ve üretkenliğe giden yolda vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla yalnızlık nesnel gerçeklikten ziyade öznel bir yaşantıdır. Yani diğer bir kişinin yaşamımızdaki eksikliğinden ziyade kişinin kendisiyle ilgili bir durumdur. Örneğin dışarıdan baktığımızda ‘’yalnız’’ olarak nitelendirdiğimiz bir insan, aslında kendisini ne ölçüde yalnız hissetmektedir? Bu bağlamda değerlendirildiğinde; birinin yaşamımızdaki mevcut varlığı, yalnızlık duygularımızı ortadan kaldıran değil, ortaya çıkaran etkendir. İkinci bir kişi olmadan yalnızlık mümkün olmadığı gibi, bireyselleşme ve farklılaşma da mümkün değildir.
Sonuç olarak yalnızlık, hayatımızın ve insan olmanın bir parçasıdır. Yaşamımızın bazı dönemlerinde bu duygu artabilir veya azalabilir. Önemli olan bu durumu yoğun bir biçimde yaşayan kişinin geçmiş deneyimleri ve bu duyguyu ele alış biçimidir. Çünkü yalnızlığın pek çok farklı nedeni bulunmakta ve bu etkenler herkesi farklı biçimlerde etkilemektedir. Dolayısıyla her bireyi kapsayabilecek genel bir yaklaşımda bulunmak mümkün değildir. Dikkat edilmesi gereken, bu duygu baş edilemeyecek bir noktaya ulaştığında ve kişinin gündelik yaşantısında işlevselliğini olumsuz yönde etkilemeye başladığında mutlaka bir uzmandan yardım alınması gerektiğidir.
Hande KUTLU, M.A
Uzm. Psk. Dan.